Dört Anlaşma: Gezegen Rüyasının Aktörleri

Davranışlarınız, sözleriniz sizi ele veriyor.

Evet, doğru duydunuz, karşınızdaki biraz geniş bir çerçevede bakma şansına sahipse, siz her anınızla her şeyi ifade ediyorsunuz aslında.


Sevdiklerinizi, korkularınızı, komplekslerinizi, kim olmadığınızı ama kim gibi görünmek istediğinizi, sistemin bugüne kadar size ilmek ilmek işlediği her şeyi.

Bu aralar üstünde çalıştığım en önemli konular, Dört Anlaşma kitabında geçen "Sözlerini dikkatle seç/ Varsayımda bulunma." konuları. Bu nedenle, tamamen varsayımdan uzak; ama, bu kitabın bize daha ilk bölümünde verdikleriyle konuyu kişi ya da kişilerden bağımsız ele alacağım.

Hepimizin, en derinde bir yerde hep inkar ettiğimiz, o olmaktan korktuğumuz gerçek benliğimiz yatıyor. O parça çok kutsal, Tanrısal bir parça. Onun bir aynası. Peki, o "öz"den neden korkuyoruz?

Çünkü biz, sistem denen bir yapıya doğuyoruz. Bu sistemin devam edebilmesi için oyunculara ve kurallara ihtiyacı var. Kurallar, aslında doğayı tamamen inkar edecek bir şekilde biz daha doğmadan yüzyıllar önce dizayn edilmiş. Biz o kurallarla, neyin doğru, neyin yanlış, neyin günah, neyin güzel, neyin çirkin olduğunu anlamışız. Kurallarda, kalbin hissettiğinden çok, gözün görmek istediği seçilmiş, göz de manipüle edilmiş, yönlendirilmiş ve kullanılmış.


***

Başlıyoruz:

Doğdunuz, hoş geldiniz. Adınızı bile seçemiyorsunuz.
Ben kızım olursa Talin adını koymayı çok istiyorum örneğin. Sistem Ermeni olmayan birinin Ermenice'de yaygın bir adı kızına vermesine izin verecek mi?
Vermeyebilir. Ama bu benim kararım, ben bu noktada sisteme net bir şekilde karşıyım.

Sistem kim mi? En yakınlarınız, kendinizi bir çember içine alın ve daire merkezinden sistemi gözlemleyin. Eşiniz, anneniz, babanız, kardeşleriniz, komşularınız, sosyal çevreniz, arkadaşlarınız, öğretmenleriniz, din adamları, devlet adamları.
Gezegen rüyasının realitesine hoş geldiniz.

Mesele benim ne isim koyacağım değil zaten. Mesele, o bebeğe ismini benim veriyor olmam. İnsanın, en insanca, en temel yapıtaşı sayılabilecek bir şeyin ona sistemdeki biri tarafından verilmesi.
Şimdi düşünün bakalım. Siz daha isminizi kendiniz seçemiyorken, bu dünyada özgür bir tek seçiminiz var mı? Olabilir mi? 

Cevaplar gelecek: "Üniversitede okuduğum bölümü ben seçtim." "Futbolu sevmeyi ben seçtim."

Üzgünüm, özgür benliğinizle, tıpkı benim gibi, milyonlarcası gibi siz hiçbir şeyi seçmediniz.
Gerçekte kim olduğunu bilmeyen bir birey,  hangi seçimini kendisi belirlemiş olabilir ki?

Doğduğumuz ilk günden beri, bize aynı bir köpek eğitimi gibi, neyin ödül neyin ceza getireceği öğretildi.
Cezalandırmayı hiçbirimiz istemedik. Ödüller hep cazipti. Arada bir muzurluk yaptık, ceza almayacağımızı umarak. Ama özünde her ödüle alışan insan gibi, ilgi çekmek için, sayılmak için, birey olabilmek için ödüle doymadık.
İlgi alanlarımız, ileride yapacağımız seçimler bize alttan alttan sistem tarafından işlenmeye başlanmıştı bile.
Biz bu ilmekleri, beynimize kazıyıp tohumlarını sulayıp tekrar yoluyla pekiştirip sistemde bir tek insan kalmasa bile devam ettirecek donanıma çoktan kavuşmuştuk. Artık, sisteme ihtiyacımız yoktu, biz zaten içimizdeki Tanrısallığı göz ardı edip çoktan sisteme dönüşmüştük.

Zamanla, bir şeylerin yanlış gittiğini anladık. Ödül alırken, sanki biz biz değildik. En temelde kendimizi güçsüz, korkak, yalancı, suni, sahte hissetmeye başladık. (Hiç öyle hissetmem diyenlerin çoğu bununla yüzleşmeye hazır olmadıklarından diyecekler.) Çünkü, özbenliğimizi yadsıya yadsıya başka bir benlik örtüsüne kavuşmuştuk. Burada, bizim özümüz değil, bizi diğer insanların seveceği, toplumda, ilişkilerinde bir yer vereceği bir mükemmel insan algısı yarattık. Hepimizin mükemmellik algısı farklıydı. Hepimizin gerçek benliği ile yarattığı bu mükemmel benlik arasındaki boşluğu da farklıydı. Boşluk, ne kadar derinse, kişinin özsaygısı da o kadar azdı. 

Şimdi burada biraz duralım. 
Zaten buraya kadar okuduysanız bile sağ olun var olun. Çünkü ben bu yazdıklarımı anlayabilmek için 30 sayfayı 10 kez okuyup iki kez başkalarına anlattım :)

Yazının devamı bu son paragrafta yazdıklarımla yüzleşebilenler için gelecek. 
Yani, sahte mükemmellik algısındaki bireyin kendisi ile yüzleşmesinde cesur olanlar için.
Elimde üç örnek var, üzerine düşünmek istediğim.

Üç örnekle gidelim.

1. Diyelim ki bir arkadaşınız size şu cümleleri kuruyor: 
"Sabah yedide kalktım, eşimin kahvaltısını hazırladım, çocuğumu okula bıraktım, kendim okula gittim, çıktım işe gittim. Sonra eve geldim ellerimle börek açtım. Ama börek açarken ben salata yedim. Çünkü neden, ben her şeye yeten olmalıyım. Aynı zamanda, okumuş, modern ve fit bir anne/eş olmalıyım. En merak ettiğim benden başka bir ben var mı bu dünyada?"

2. Bir başka arkadaşınız, elindeki tüm birikimi sevdiği bir adama vermiş, adam o parayı kumarda vs. çarçur etmiş. Üstelik o adam fiziksel/duygusal şiddet uyguluyor. Arkadaşınız, ondan ayrılmadığı gibi şiddetin durması için de bir çözüm yolu aramıyor.

3. Sürekli para harcıyorsunuz. Çoğunlukla kendiniz için değil. Anneniz, babanız, arkadaşlarınız, kardeşleriniz, onların çocukları için. Size kimse bir tek hediye almıyor. Ama siz evinize icra gelip son kuruşunuzu alana kadar onlara minik sürprizler yapıp hediyeler alıyorsunuz. Sevgi kelebeğisiniz.

Örnekleri, siz de bir düşünün bakalım. Sonra, üç örneğin üstünden nasıl bir çözümleme olabilir onu konuşalım.

Merak edenlere sevgiyle...

Yorumlar

  1. Sanırım ben 3. örneğim. 1. örnekteki gibi her yere yetip kendime de yetmek isterdim. 2. örnekte iki kişide bence psikolojik destek almalı. 3. örnekte artık kendine vakit ayırmalı ve değer vermeli diye düşünüyorum. Yazı biraz uzun olmuş ki :))

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. 3 örnek de birbirinden kötü deneyimler içinde aslında. Mümkünse hiçbirimiz bu üçlüden biri olmayalım :)
      Haklısın yazı biraz değil hatta çok uzun :)
      Biraz da bu nedenle devamı gelecek şeklinde yazdım ama ne kafamdaki sesi ne de kitabı daha kısa anlatmayı beceremedim :(
      Bir gün başarıcam inşallah :)

      Sil
  2. Yazı çok iyi olmuş Yeliz. Olayın dışına çıkıp anlatmayı başarabilmişsin. Bakalım ben nasıl anlatmayı becerebilicem. Anlatabilecek miyim ona bile emin değilim. Ellerine sağlık :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sabırsızlıkla bekliyorum. Çok teşekkür ederim Sinem'cim.

      Sil

Yorum Gönder

Popüler Yayınlar