Sevgili Günlük...

Nasılsın sevgili bloğum? İyi misin? Nasıl da güzel boşladım seni. Ama ben hep böyleyim zaten ilgim de ilgisizliğim de abartılı. Sen de bana çek bari, yapacak bir şey yok...

Sen nasılsın hiç ses vermeyen, yorum bırakmayan sevgili okuyucu? Hayatında her şey yolunda mı? Benim bu aralar hem fazlasıyla yolunda, hem de hiç de öyle sayılmaz gibi de... Karışık durumlar yani. Ama sen zaten anlatsam da merak etmezsin bence. Ben içime atayım, hep öyle yaparım zaten, böylesi çok güvenli, alışkınım...

Pek yakında güzel paylaşımlarla dönerim elbet, şimdilik çok içimden gelmiyor. Yani yapıyorum da bir paylaşasım yok. Hayatı sorgulamakla başım dertte. Unutmadan, bir de insanları. Hep ben mi denk geliyorum insanmış gibilere diye soruyorum arada. Neden bu kadar iyiniyet, herkesin iyi insan olduğuna dair saçma inancın diyorum. Bak bir daha yapma diyorum, yeminler ediyorum. Bir saat sonra hooop al sana eski ben! Akıllanmamış, uslanmamış hatta bu saflıkla Kürşat Başar'ın Nevit karakteri gibi gerçek hayatta otobüse bile binemez. O kadar vahim yani...

İnsanlardan kaçış yok, kötülüklerden kaçış yok... Aslında hiçbir şeyden kaçış yok. Al gardını en yakınına bile, çiz o ilişkiler çemberini kimseyi alma 50 metreden yakınına. Yok ama olmaz! İnsan illa ki sürünerek öğrenmeli...

Neyse, öyleyken böyle yani... Gün içinde borsa gibi yükseliş ve düşüşlerdeyim. Yükselişim de düşüşüm de çok havalı ve abartılı. Bir film vardı, ne güzeldi. Nasıldı biliyor musunuz? İnsanlar birbirlerinin hatta ölen insanların bile ruhlarını kiralayabiliyorlardı. Onların tutulduğu bir depo vardı ve seç beğen al yapıyordunuz. Birden bir Rönesans şairi ya da bir casus veya bir mafya babası olabiliyordunuz. Öyle bir makine olsa tek ricam bana dünyanın en rahat insanın ruhunu ver, şöyle dünya yansa o yangının ateşinde dönüp sigarasını yakanından. Her durumu fırsata çevireninden. Dünyaya en ala tutunanından... Tutunamamak en büyük günahmış çünkü.
Valla, ne olur azıcık ver, bir denicem belki azıcık ona benzerim sonunda.

***

Ama yalnız değilim. Bir yazarın iç dünyasında ve kaleminde Selim İleri ve Turgut Özben varmış bir zamanlar. İşte ben de ya okudukça iyice onlara benzedim. Ya da hep öyleydim de farkına vardım. Tutunamamış onlar da... Tutunmak istemişler mi? Bilmiyorum, ama tutunamamışlar işte. Ve bir gün şöyle seslenmiş ölüler dünyasından Selim o gerçek gibi rüyasında...
"Son durağa gelmeden yolculuğun bitmek üzere olduğunu haber verdiler mi sana? Birdenbire: "Buraya kadar!" dediler. Oysa, bilseydin nasıl dikkatle bakardın istasyonlara. Pencereden görünen hiçbir ağacı, hiçbir gökyüzü parçasını kaçırmazdın. Bütün sularda gölgeni seyrederdin. Üstelik, daha önce haber vermiştik, derler onlar. Her şeyin bir sonu olduğunu genel olarak belirtmiştik. Sevginin ölümünü her pazar çanlar çalarak ilan etmiştik. Onlarla başa çıkılmaz Turgut. Ben çıkabildim mi? Dikkat et Turgutçuğum, bu güzel hayalleri, şekilleri kaybetmesin bilincin. Kurtar kendini onun baskısından. Rüyadan gerçeğe geçmenin acılarını yaşama. Ne olur Turgut uyanma sakın. Ne olur uyanma... ne olur... ne olur... silme..."

Onlarla başa çıkılmaz Turgut. Bak kimse çıkabildi mi?
Sen insanlardan sıkılınca kaldır başını gökyüzüne bak, orada çirkin olan hiçbir şey yok... Kimbilir, belki de şimdilik...

Yorumlar

  1. o anlattığın rahat insan ruhundan, bir çimdik de ben istiyorum...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Onun yağmuru yağsa, bize bir damla düşmez bence...

      Sil
  2. Bu Ağustos herkese mi depresyon getirdi? :S

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bu sıcakların mutsuzlukla bir ilgisi olmalı dediğin gibi...

      Sil
  3. Yelizim artık depresyon "out" sevindirik olmak "in" ;) haydi haydi toparlaann. O pastaların cupcakelerin hikayesini istiyoruuummm :))

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Hangi hikayesini yazsam, sipariş öncesini mi, sonrasını mı :) Sen beni anlarsın Sinem'cim :) Sevgiler...

      Sil

Yorum Gönder

Popüler Yayınlar