Hassas Ruhlar İçin Hayatta Kalma Rehberi
Böyle bir şey yok. Bunu demiş olabilir misiniz?
"Hızlı kilo verme rehberi"
Bunu?
"Gelirinizi artırma rehberi"
Hımm... Peki...
"Zengin koca bulma rehberi"
O da mı değil? Bunu?
"Otostopçunun Galaksi Rehberi"
***
Dün gece bir yandan bloğuma Pamuk Prenses pastasını yazıyorum, gece 12. Haberlerde, Yunan sularında batan bir tekne, mülteciler ve boğularak ölen 3 çocuk... Teknenin kaptanını, acımasızca yakalıyor Yunan askerleri (iyi de yapıyorlar oh), üç tabutun başına dikiyorlar, yerde. Üç cansız minik ceset tek tek geliyor. Babalardan biri geliyor, teşhis etmek için. Baba, kahroluyor. Ve insan taciri olan Özcan D. ağlıyor. Hem de ne ağlama...
Burada güle oynaya yazıyı yazarken bırakıyorum, başlıyorum hönk hönk ağlamaya... Hiçbir suçu yokken ölen o bebekler için, ülkelerini terk etmek zorunda bırakılmış o insanlar için, onların ölümüne sebep olan o adam için...
Adama neredeyse gidip sarılıcam, tamam tamam, kim bilir neden kıydın o canlara, hakkın yoktu ve kim bilir daha ne bedeller ödeyeceksin bu acı için ama senin de ne dertlerin vardı içinde. Belki de, aynı ağlamayı gördüğüm aile dizimlerindeki gibi "Elinden gelenin en iyisi belki de buydu." diyeceğim. Oysa, iki dakika önce beter olsun, oh olsun diyordum.
Eşim inanamaz gözlerle bana bakıyor, kim için ağladığımı ve neden ağladığımı kestiremiyor. Akşam şehit haberlerinde oğullarını kaybeden babaların kabullenişine ağladığımı hatırlıyor ve içinden beni muhtemelen bir fanusa kapatıp ara sıra sulamasını ve dış dünya ile bağımı kesmesi gerektiğini bilerek.
Ağlama sensörlerim bu ara sonuna kadar açılmış olduğundan duygusal filmler bir yana macera peşinde koşuyoruz. Erkek kardeşim İzmir'den gelmiş, gecenin bir yarısı Everest izliyoruz. --Spoiler-- Sonunda birileri ölüyor, ben hıçkırıklarımı yutuyorum iki erkek arasında alay konusu olmamak için, iki dakika içinde boğazım şişiyor. Yutkunamıyorum. -Ne zaman ağlayamasam böyle işte!- Hemen yatağa giriyorum. Sabah gözümü açıyorum: Everest'in doruğu ve ölenler gözümün önünde. Bütün gün düşünüyorum filmi, ben unutmaya çalıştıkça geliyor aklıma. En son akşam eşim diyor ki, ya o film bütün gün aklıma geldi. Ne diye çıkarlar Everest'in tepesine, ölümlü dünya işte!
Ona filmden bir replikle yanıt veriyorum: "Çünkü, dağ oradaydı."
Hiçbir zaman Everest'e ya da dünyanın herhangi bir dağına tırmanamam, ama o hissi biliyorum. O dağın orada, o hayalin, hedefin orada olup seni beklemesi hissini. Ve pes etmenin de zaten ölmek olduğunu biliyorum. Can Dündar'ı hatırlıyorum, en eski yazılarından birini: "Ne göze alabildim, ne gözümü alabildim." deyişini... Gözünü alanların bir kez, alamayanların bir ömür boyunca her gün öldüğünü bilerek...
Şimdi sorarım size... Var mı bunun bir rehberi? Hayatta kalmak, umursamamak, acı çekmemek için...
Tutunabilmek için hayata... Bunca acıya rağmen...
Var mı bir bildiğiniz? Yoksa siz, doğuştan şanslılardan mısınız? Tüm acıları teğet geçenlerden, tüm haksızlıkları yeni ayakkabılarınıza bakarak savuranlardan mı?
Bir psikiyatriste git, bak bir ilaç adı vereyim mi diyeceksiniz? Durun ben size vereyim isimlerini ve beyinlerinizi nasıl zehirlediklerini.
Tutunamamak da ne demekmiş mi diyeceksiniz. Kırmızı tuğla kitap diyeceğim. Hani okumadan birçok repliğini Poyraz Karayel'den bildiğiniz ama o diziyi tüm tekrarlarıyla 850 kez izleyeceğiniz halde repliklerinin esinlenmenin ötesine geçtiği kitabı hiç okumayacağınızı bilerek.
Sahi, kimden öğreneceğiz biz hayatta kalmayı?
Var mı birileri?
Tüm mutlulukları yaşamış, tüm acıları görmüş, hepsini yüreğinin derinliklerinde hissedip hayata yine de devam edebilmiş birileri...
Tanıdığım birkaç kişi var, hepsi yazar ve sanatçı ve hepsi çoktan ölü. Ne acı...
"Hızlı kilo verme rehberi"
Bunu?
"Gelirinizi artırma rehberi"
Hımm... Peki...
"Zengin koca bulma rehberi"
O da mı değil? Bunu?
"Otostopçunun Galaksi Rehberi"
***
Dün gece bir yandan bloğuma Pamuk Prenses pastasını yazıyorum, gece 12. Haberlerde, Yunan sularında batan bir tekne, mülteciler ve boğularak ölen 3 çocuk... Teknenin kaptanını, acımasızca yakalıyor Yunan askerleri (iyi de yapıyorlar oh), üç tabutun başına dikiyorlar, yerde. Üç cansız minik ceset tek tek geliyor. Babalardan biri geliyor, teşhis etmek için. Baba, kahroluyor. Ve insan taciri olan Özcan D. ağlıyor. Hem de ne ağlama...
Burada güle oynaya yazıyı yazarken bırakıyorum, başlıyorum hönk hönk ağlamaya... Hiçbir suçu yokken ölen o bebekler için, ülkelerini terk etmek zorunda bırakılmış o insanlar için, onların ölümüne sebep olan o adam için...
Adama neredeyse gidip sarılıcam, tamam tamam, kim bilir neden kıydın o canlara, hakkın yoktu ve kim bilir daha ne bedeller ödeyeceksin bu acı için ama senin de ne dertlerin vardı içinde. Belki de, aynı ağlamayı gördüğüm aile dizimlerindeki gibi "Elinden gelenin en iyisi belki de buydu." diyeceğim. Oysa, iki dakika önce beter olsun, oh olsun diyordum.
Eşim inanamaz gözlerle bana bakıyor, kim için ağladığımı ve neden ağladığımı kestiremiyor. Akşam şehit haberlerinde oğullarını kaybeden babaların kabullenişine ağladığımı hatırlıyor ve içinden beni muhtemelen bir fanusa kapatıp ara sıra sulamasını ve dış dünya ile bağımı kesmesi gerektiğini bilerek.
Ağlama sensörlerim bu ara sonuna kadar açılmış olduğundan duygusal filmler bir yana macera peşinde koşuyoruz. Erkek kardeşim İzmir'den gelmiş, gecenin bir yarısı Everest izliyoruz. --Spoiler-- Sonunda birileri ölüyor, ben hıçkırıklarımı yutuyorum iki erkek arasında alay konusu olmamak için, iki dakika içinde boğazım şişiyor. Yutkunamıyorum. -Ne zaman ağlayamasam böyle işte!- Hemen yatağa giriyorum. Sabah gözümü açıyorum: Everest'in doruğu ve ölenler gözümün önünde. Bütün gün düşünüyorum filmi, ben unutmaya çalıştıkça geliyor aklıma. En son akşam eşim diyor ki, ya o film bütün gün aklıma geldi. Ne diye çıkarlar Everest'in tepesine, ölümlü dünya işte!
Ona filmden bir replikle yanıt veriyorum: "Çünkü, dağ oradaydı."
Hiçbir zaman Everest'e ya da dünyanın herhangi bir dağına tırmanamam, ama o hissi biliyorum. O dağın orada, o hayalin, hedefin orada olup seni beklemesi hissini. Ve pes etmenin de zaten ölmek olduğunu biliyorum. Can Dündar'ı hatırlıyorum, en eski yazılarından birini: "Ne göze alabildim, ne gözümü alabildim." deyişini... Gözünü alanların bir kez, alamayanların bir ömür boyunca her gün öldüğünü bilerek...
Şimdi sorarım size... Var mı bunun bir rehberi? Hayatta kalmak, umursamamak, acı çekmemek için...
Tutunabilmek için hayata... Bunca acıya rağmen...
Var mı bir bildiğiniz? Yoksa siz, doğuştan şanslılardan mısınız? Tüm acıları teğet geçenlerden, tüm haksızlıkları yeni ayakkabılarınıza bakarak savuranlardan mı?
Bir psikiyatriste git, bak bir ilaç adı vereyim mi diyeceksiniz? Durun ben size vereyim isimlerini ve beyinlerinizi nasıl zehirlediklerini.
Tutunamamak da ne demekmiş mi diyeceksiniz. Kırmızı tuğla kitap diyeceğim. Hani okumadan birçok repliğini Poyraz Karayel'den bildiğiniz ama o diziyi tüm tekrarlarıyla 850 kez izleyeceğiniz halde repliklerinin esinlenmenin ötesine geçtiği kitabı hiç okumayacağınızı bilerek.
Sahi, kimden öğreneceğiz biz hayatta kalmayı?
Var mı birileri?
Tüm mutlulukları yaşamış, tüm acıları görmüş, hepsini yüreğinin derinliklerinde hissedip hayata yine de devam edebilmiş birileri...
Tanıdığım birkaç kişi var, hepsi yazar ve sanatçı ve hepsi çoktan ölü. Ne acı...
Yazının girişi çok hoş ve yaratıcı gerçekten :D
YanıtlaSilFazla sarkastik, evet :)
SilÇok teşekkür ederim yorumunuz için. Sevgiler...
Ben teşekkür ederim :)
Silhislerime tercüman olmuşsunuz.. ben de her gün bişeyler için gözyaşı döküyorum.. haksızlıklar, özellikle de çocuklar için, fazlasıyla.. bunda iki çocuğumun olması da etken tabi.. 'öyle bir ölsem öyle bir ölsem ki çocuklar size hiç ölüm kalmasa..' hesabı kahrediyorum bazen kendimi..bunun yanı sıra kendi aklıselimim de önemli.. malum benim çocuklarımın da bana ihtiyacı var sonuçta. sevgiler..
YanıtlaSilAnne olmak, hem toplumun, hatta dünyanın sorunu olan her şeye karşı daha hassas olmanızı sağlarken, aynı zamanda sizi daha güçlü durmanız konusunda da zorluyor. Henüz o duyguyu yaşamadım ama bir de anne olunca nasıl olacağım vallahi bilemiyorum.
SilÇok teşekkür ederim değerli yorumunuz için. Sevgiler...
Mültecilere çok üzülüyorum. Allah yardımcıları olsun. Ne kadar zor bir hayat. Oturup ağlıyorum ben de. Anneyim o yavrucaklari görünce mahvoluyorum.
YanıtlaSilGerçekten çok acı, çok kötü... Allah kimseye böyle bir dert ve acı vermesin...
SilÇok güzel yazmışsınız. Hal böyle iken insan her gün yüreğinden birşeyler akıtıyor. Belki de en güzeli bu içimizi boşaltamasaydik ne olurdu düşünemiyorum. Ama ayağa kalkma hedefe odaklanip yuruyebilme işini bende bulamıyorum. Dediğiniz gibi sadece kitaplar bunda biraz yardimcimiz oluyor ve siz gibi yazanlar.. Okudukça umudun artar ya sizde yazmaya hep devam edin🙏😍
YanıtlaSilÇok teşekkür ederim değerli yorumunuz için Melike hanım. Herkes farklı bir yolla içindekini akıtıp arınabiliyor sanırım. Ben çözümü yazmakta buldum. Siz de zaman ayırıp okumuşsunuz, ne büyük mutluluk benim için. Güçlü olmalıyız, umarım o gücü kendi içimizde buluruz. Umudumuz hiç eksilmesin yine de...
SilSevgilerimle...
çok çok güzel bir yazı olmuş. O haberleri izlerken ağlama durumu bende de çok oluyor:( Tutunamayanları henüz okumadım ama bir gün mutlaka okunacak, doğru zamanı bekliyorum:)
YanıtlaSilÇok teşekkür ederim :) İnsan bazen dayanamıyor gerçekten, bu gezegen tam bir akıl hastanesi...
SilTutunamayanları şiddetle tavsiye ederim ama gerçekten doğru zamanda.
Sevgiler...