Karadeniz Maceramız: Masalın Ortası- Gito Yaylası'nda Gün Batımı...
2150 metre, bulutların arası, masalın tam ortası...
Şimdi sizinle Karadeniz gezimizin en güzel karelerini paylaşacağım.
Gito yaylasında gün batımını izlemeye hazır mısınız?
Bu fotoğraf nasıl güzel bir "an" yaşadığımızın kanıtı aslında.
Instagram'da paylaşırken demiştim ki;
"Hepimiz farklı ezgilerle, farklı danslarla, halaylarla büyüdük. Madem bizi Karadeniz birleştirdi, 2150 metrede gün batımında dansımız horon olmalıydı..."
Gito'da gün batımını yaşamak öyle bir şey ki... Bu yazıyı geciktirme nedenim bir şeyleri tasvir edememekten, yarım bırakmaktan korkmaktı. Sonra çekildiğimiz onlarca fotoğrafa baktım ve dedim ki, hiçbir şey yazmana gerek yok aslında. Burası kendini zaten anlatıyor.
Yerden 2150 metre yükseklikte, bulutların arasında, bir masalın tam ortasındasınız... Sanki, burası evrenle bağlantı noktanız. Sizi kendiniz olmaktan alıkoyabilecek hiçbir şey yok.
Bulutlar üzerinize iniyor, sis usul usul dağılıyor...
Güneşi bulutların tam üstünde batırıyorsunuz.
Romantik dersem haksızlık etmiş olurum, romantizm farkındalık içermez, hatta gerçeklerin tatlı saptırılmışlığıdır bana göre. İşte bu nedenle bu an romantik olmanın tam tersine, aydınlık ve farkındalık dolu.
Bu kareye bakarken sizin de aklınızdan 4-8-15-16-23-42 sayıları geçecek mi diye merak ediyorum. Bu kalabalığın tamamı bizim ekip ve lost değiliz çünkü bizi oraya çıkaran Lütfü ve Zeynep var. (Orada tanıştığımız iki güzel insan... Özellikle Zeynep'e nasıl teşekkür etsem azdı, dönüşte inerken kontrolsüz bir düşüş yaşadım, zaten en korktuğum şeydi tırmanırken :) Ve sonrasında bir an olsun elimi bırakmadı.)
Kaldığımız yer ile ilgili sıkıntılarımızdan bir önceki yazımda bahsetmiştim. Bu an, benim için o gecenin yegane ve en güzel anıydı. :)
Sazlı, türkülü, nağmeli... Evrende şimdiye kadar nefes alabildiğim en yüksek noktada, elimde bir şarap kadehiyle, tanımadığım ve muhtemelen bir daha hiç karşılaşmayacağım bir grup arasında sanki kutsal bir anı paylaşıyordum.
Evet, öncesi çok kötüydü. Ama, bir durumun iyi ya da kötü olduğunu karşı tarafın eylemi mi yoksa bizim davranışımız mı belirlemektedir?
Simyacı'da anlattığı hikaye gibi Paulo Coelho'nun belki de, elindeki o su dökülebilir, ama sadece o suya odaklanmak da bazen ciddi bir bedeldir...
Türkülerin çoğu Karadeniz ya da eski türküler olduğundan eşlik edemesek de, tam içimden "Keşke Selanik Türküsü'nü çalsalar..." dediğim an çalıp söylemeleri gözlerimden ışıklar saçılmasına neden oldu. Sanırım eşlik eden sadece bendim, bedin bedi bir sesle!
Aynı zamanda, bu esnada yanımda eşim ve gezi vasıtasıyla tanıştığım Şeyda vardı.Şeyda ile tatilde durup durup bazı konuları hayata, evrene, kadere bağladığımız anlar oldu. Ve bence bu an benim onun gerçek varlığını fark ettiğim andı.
Bir insanın tüm varlığını ne zaman fark edersiniz?
Hemen mi? Birkaç buluşmada mı? Belki mi, asla mı?
Değil, inanın.
Evrende, nokta kadar yer kaplamıyoruz ama evrenle bağımız olduğunu, onun gerçek bir parçası olduğumuzu keşfettiğimiz bazı anlar oluyor.
En kendimiz olduğumuz, maskesiz, yalansız, hilesiz. Kendimizi olduğumuz gibi sevdiğimiz -zaten çok sevmekte misiniz? Hadi canım... Kendini sevdiğini iddia eden herkesin kuşanmış maskelerinden uzak tanımını da ekliyorum- ve işte öyle bir anda, sanki iki insan birbirinin yörüngesine giriyor, tanımasan bile ona ben seni bildim demek istiyorsun. Paralel evrenler mi, geçmiş yaşamlar mı, doğmadan önce gördüğümüz sonra unuttuğumuz hayat planı mı, hepsi mi hiçbiri mi kim bilir...
Ama minnetle yaşıyorsunuz o anı...
İşte o da öyle bir andı...
Gito Yaylası'na bu harika kareyle ve saz türkü desem de bu kareye baktıkça dilime dolanan Reamonn'dan Supergirl'le veda ediyorum:
"And then she'd say,
"It's okay I got lost on the way
But I'm a supergirl
And supergirls don't cry"
And then she'd say,
It's alright I got home, late last night
But I'm a supergirl
And supergirls just fly"
Yorumlar
Yorum Gönder