Kartpostal #04 / 11.09.2015- Bozcaada


Sevgili Dost,

Hayatta karaya vuran bir gemi kadar hüzünlü çok az şey var.
Bozcaada'da gördüm, yemin ederim...
Mürettabat içinden ayrılamıyor, onu var eden açık denizinden ayıran, süreklendiği kara ona yabancı. Vurduğu kara dünyanın en güzel adalarından, Bozcaada. Ama ada onlara yasak, soğan kokulu o gemiden çıkmak yasak.
Yalnızlığa, çürümeye ve kokmaya mahkum.
Aklıma Lost geliyor, araf geliyor, geliyor da geliyor.
Derler ki, -hepimizin birden çok ölüm tarihi yani olasılığı olduğunu varsayarsak- ani ve zamansız ölümlerde -cinayet, intihar gibi...- vaktinden önce ölen herkes, gerçek ölüm tarihine kadar öldüğünü bilmeden dünyada dolaşmaya devam edermiş. Işığa kavuşmadan günlerini geçirirlermiş.
Aklıma şiddetle bu ihtimal geliyor, güvertedeki mürettabata el sallar ve "Do you need anything?" diye sorarken. Koca bir kalabalığı, bizi uzaktan görünce bile salınan ipten merdivenlerini topladılar, gizlice dışarı çıktıkları anlaşılmasın ya da biz gemiye tırmanmayalım diye belki de kim bilir... İşin aslı, bana zamansız ölümü hatırlatan ve bir soğan adası gibi kokan o gemiye asla binmezdim.

Ama biliyorsun değil mi, yabancı değiliz bu karaya vuran gemilere. İşin aslı, çoğu zaman o karaya vuran biziz... Bazen bir kurtarıcı geliyor ve diyor ki, haydi gel, daha işimiz bitmedi, açık denizler bizi bekler... Bazense biz, kurtarıcılar gelmesin diye hayalden merdivenlerimizi toplayıp kendi çürümüşlüğümüzde öleceğimiz günü bekliyoruz.
Evet, bu bir döngü. Sence neresindeyiz?

Biraz hüzünle...
Y.

Yorumlar

Popüler Yayınlar