Kartpostal #07 / 17.09.2015 - Kuşadası
Bir roman yazacak olsam şunu konu ederdim dost.
Olağanüstü sıradanlıkta bir yaşamı olan insanların olağanüstü sıradanlıklarını.
Buna yüzlerce sayfa ayırdıktan sonra iki üç sayfada o sıradan hayatın nasıl yok olduğunu anlatırdım. Saplanan bir bıçakla, bir iflasla, bir şehit haberiyle... Aslında yok yok, duralım. Bunlar toplum gözünde tepki yaratan felaketler, ama şaşkınlık değil. Esas son Kafka'nın böcek hikayesi gibi olmalı, derinden sarsan ama metafordan arındırıldığında absürd sayılabilecek bir felaket. O kadar absürd ki konuşurken insanın gülesi gelmeli sonra bundan utanmalı.
Ölüm sebebi tam da böyle absürd olan Orhan Veli geliyor aklıma ve onun ortaokulda okuduğumuz o şiiri:
"Kimse duymadan ölmeliyim
Ağzımın kenarında bir parça kan bulunmalı
Beni tanımayanlar "Mutlak birini seviyordu" demeliler
Tanıyanlarsa, "Zavallı, demeli, Çok sefalet çekti..."
Fakat hakiki sebep
Bunlardan hiçbiri olmamalı."
Sana kendi felaketimi anlatayım mı? Üzerinden bir buçuk yıl geçti ama bazen kabusum olur ve atlatamadığımı düşünürüm.
Eşimin geçtiğimiz doğum gününde aşırı özenmiş ve onun için bütün ailesinin katılacağı bir kutlama planlamıştım. Ve bir gün öncesinde Türkiye tarihindeki kara günlerden biri, 301 -asla bu sayıdan emin olamadık- madenci öldü. Birçoğunun mezarı bile olamadı. Felaket bir gündü. Organizasyonu iptal ettim, o gün herkesi arayıp iptalleri yaptıktan sonra, aklıma dışarıda bir kutlama planladığım için evde yemek olmadığı hiç olmazsa güzel bir yemek yapabileceğim geldi. Ağlamaktan kurtulup -toplumsal duyarlılıkları bu kadar felakete alışarak yok edeceğimiz bir gün de gelecek ve artık ağlayamayacağız- evden çıkıp markete doğru üzgün ve halsiz yürüdüm. Evimizin hemen yakınında bulunan işlek caddede bana yeşil ışık yanmışken ve tam ben karşıya geçiyorken, önümde duran bir dolmuş nedeniyle göremediğim ve beni gördüğü halde tüm arabaları sollayarak son hızda giden bir otobüs bir salise bir farkla önümden geçti. Eğer ben son adımımı atmış olmasaydım, bir şey beni o anda durdurmuş olmasa ya da kulağımda kulaklık olsa o sesi duymasam, biraz daha yaşlı olsam ve refleksim böyle güçlü olmasa... hiçbir suçum olmadığı halde saçma sapan bir ölümle bu dünyadan silinecektim! Hem de eşimin doğum gününde! Hem de Türkiye kan ağlıyor diye pasta kesme hakkını bile kendimize vermemişken. Nasıl bir doğum günü hediyesi ve geride kalan herkes için nasıl komediyle karışık korkunç bir hikaye... "Evlendiler, ikisi de birbirinden güzel, mutlu çiftler, her şey mükemmeldi..." "Sonra?" "Sonrası, oğlanın 31. doğum gününde kızı bir otobüs altına alıp kaldırıma kazıdı."
-Allahım, sen böyle feci bir sonu kimseye yazma.-
İşte ben o tarihten beri hep bunu sorgularım.
Kaç ölüm ihtimalimiz var bu hayatta? Kaçını es geçtik? Neden, nerede, ne zaman? Birini es geçemeyeceğiz ve biz o son es geçemeyeceğimiz tarihi her yıl hiç bilmeden yaşıyoruz, o günün bir gün bizi öldüreceğini bilmeden. İşte tüm bunlar yazılmaya değer.
Bu fotoğraf bu yazdan, kendimi de kartpostal yapmaya layık buldum ya, ama mesele bu değil. Mesele bu fotoğrafa baktığımda şu an şunu düşünmem: Paralel evrenlerden birindeki Yeliz'de bu yaza ait bir anı yok, hatta bir öncekine de...
Ne çok ölümden bahsettim... Ne kadar az gerek vardı. Sıradan hayatların sıradışı hüznü işte.
Sen sağ, ben selametle...
Y.
öyle çok ihtmaller var ki hayatımızda, milyonlarca farklı hayat yaşıyor ya da sonlandırmış olabiliriz. Hayatta herşey bir anlık. Bende çok sorguluyorum son zamanlarda hayatı, sen daha gençsin ama ben yaşlanıyormuyum ne diye :)
YanıtlaSilsevgiler
Belki de toplum bizi sürekli bunu sorgulamaya itiyor. Öyle bir gündemle yaşamaya alışkınız ki...
SilTeşekkür ederim yorumun için, sevgiler benden de...